31 Tem 2024

Genco Erkal


Ne mutlu bana onu senelerdir tanıyorum. 
Hiç tanışmadık. 
O beni hiç tanımıyor mesela...
Ama ben onu yaşarken anladım. 
Tanıdım.
Ne mutlu bana! 

Türkiye Cumhuriyeti,
Türk Dili ve Edebiyatı, bugün önemli bir değerini kaybetti. 
Bir devrimciyi, davacıyı...

Bense edebiyattaki idolümü kaybettim.
Pusulamı, güneşimi, çınarımı kaybettim. 
Şiire ses verenimi kaybettim. 
Nâzım'ın sesini kaybettim. 
Hâlâ inanmak güç geliyor. 

Onunla tanışmak en büyük hayallerimden biriydi. 
Davalarında yalnız olmadığını bilmesini ne çok isterdim!
Bir kez olsun Mustafa Kemalden bahsetmeyi.
Bir kez olsun uzun uzun Nâzımdan konuşmayı ne çok isterdim...

Kavgası en büyük davasıydı.
Bu dünya sana veda edemez. 
Bu edebiyat sana veda edemez. 
Ben sana veda edemem öğretmenim...
Veda ihanet olur. 
Ben seni yaşatmaya bakacağım. 
Senin Nazım'ı yaşattığın gibi.
Bu sefer de benim ''Yaşadım'' diyebilmem için...

Biz yaşamanın şakaya gelmeyeceğini önce Nâzım sonra senden öğrendik.
Dimdik yaşadın. 
Dosdoğru. 
Eğilip bükülmeden. 
El, etek öpmeden yaşadın. 
Dürütçe, mertçe.
Bir amaç uğruna!
Kavgan, davandı. 
Doğrun, davandı.

Nâzım'ı bize miras bıraktı.
Büyük usta'm, öğretmenim, çınar ağacım meşaleyi devretti. 
Ne Nâzım'ın ne de senin gözünüz arkada kalmasın. 
Işıklar yoldaşın olsun Genco Erkal. 

Nolursun Nâzım'a selam söyle vatanından. 
Çok sevinir o.
Gözyaşlarımdan bahsetme. 
Dayanamaz o...

Kavuştun üstat. 
Hasret bitti. 
Devridaim vakti!

Perde!
Alkışlar Genco Erkal'a...





9 Tem 2024

Müjgân'a Hasret

Denizin kokusunu yeni içime çekmeye başlamıştım. Bir anlığına tüm bu yaşam savaşından uzakta kendimle uzlaşmak istedim Müjgân.

İçimdeki her bir kırık, sargısız, henüz tıbbi veyahut kalbî herhangi bir müdahale de bulunulmayan yaralarımla ilgileniyordum. Zihnimden geçenler eskimiş bir tarihî köşkün etrafını saran sarmaşıklar misali beynimi ele geçiriyor, ruhumu boğuyor beni bir girdabın içine itiyordu. Bu girift savaş, hayatın tüm renklerini solduruyor ve içimi büyük bir kederle dolduruyordu. Sana ihtiyacım vardı Müjgân. Sesini duymaya, gözlerine bakmaya, varlığını hissetmeye ihtiyacım vardı.

Sokaktaydım. Sokak lambaları yeni yeni yanmaya başlamıştı. Akşam saatlerinde açılan iki sokak ötedeki parlak yanan kırmızı sokak lambalarının arasındaki popüler, küçük, nezih mekan müşteriler için hazırlık yapmaya başlamış, masalara tek tek yerleşen kadehleri ters çeviren garsonlar mezeleri hazırlamaya başlamıştı. Severdim o mekanı. Bizim Buca'dan arkadaşlarla giderdik. Mekanın sol arka köşesindeki masa bize aitti. Evet, mekan popülerdi fakat bizde müdavimiydik.

Eski günleri hatırlamak iyi geldi. Bugün yalnızca mekanın önünden geçtim. Fakat geçerken içeride beni tanıyan elemanlardan biri olan Ömer geldi yanıma "Abi buyur misafir edelim." dedi. Kibar, yağız çocuktu Ömer. "Teşekkür ederim Ömer. Bugün almayayım." diyerek kibarca reddettim teklifini. Yürümeye devam ettim. Yürüdüğüm sokaklarda kaldırım taşlarının bazılarına şairlerden, yazarlardan sözler yazmışlar. Durup hepsini tek tek inceledim. En çok beğendiğim ise Oğuz Atay'ın yazısı oldu. "Yaşamamaktan yoruldum." diyordu. İçimi yine bir sensizlik kapladı Müjgân. Aklıma geliverdin. Anladım ki kafamda bir köşe var Müjgân. Sana özel bir "Müjgân Köşesi". O köşede sana dair her şeyi çerçeveletip duvara asmışlığım, kalbime çivisini çakmışlığım, seni nakış gibi işlemişliğim var benim. Sensiz yaşamaktan yorulduğumu fark ettim bir kere daha ve biçare yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Bir yere gitmeyi de istemiyordum. Ayaklarımda derman yoktu. Fakat durunca çok düşünüyordum Müjgân. Çarenin bu olduğunu sandım. Yürürken bir posta kutusu gördüm. Bana yazdığın o ilk mektup geldi aklıma. Posta kutusunun dibine bir gül demeti bırakmışlar. Bak bunun da sana aldığım ilk gül olduğunu düşündüm.

Müjgân ben hep seni düşündüm.

Güllerden bir tanesini aldım ve paltomun ön cebine koydum. Sonra yürümeye devam ettim. Uzun zamandır yapmak istediğim şeyi yapıp yürüdüğüm yolda karşıma çıkan ilk sahafa girdim. Kabul etmeliyim ki burası aklımdan bile karışıktı. Tuhaf bir şekilde zevk aldım. Aklımın karışık olmasından hoşnut olmam fakat burası... Farklı bir atmosferi vardı Müjgân. Kitapları aldım, içini açtım, eskimiş sayfaların kokusu doldu içime. Çok güzeldi. Sahafın arka köşelerine özel bir vitrin koymuşlar. Merak ettim ve incelemeye koyuldum. Tesadüf odur ki "Müjgân" adında bir kitap gördüm. Açmadan duramadım. İçini biraz karıştırdım. Eskimiş kelimeler kitabın bütününü koruyordu. Bir sürü kelime gördüm.

Hatta bugün bir kelime öğrendim Müjgân.

"Mahperi" diye bir kelime varmış.

Müjgân bir bilsen ,kelime, seni nasıl da ifade ediyor...

Diyor ki "Ay gibi, peri kadar güzel."

Ay gibisin Müjgân.

Fakat peri kadar güzel değilsin.

"Kadar" da ne demek Müjgân?

Sen perisin.

Ben perişan...



"O mahur beste çalar, 
Müjgânla ben ağlaşırız..."


( okuyucuma dipnot: 

2023 yılında bu yazımla bir edebiyat yarışmasına katılmıştım. Başarılı olamamıştım. Burada yani kendi blogumda paylaşmam demek bir daha herhangi bir yarışmaya bu yazıyla katılamamam demek ama olsun... Yazım şansını kaybetti demek değil bu. Kendi şansını kendi belirleyecek demek. Memnuniyetinize sunarım.) 

5 Tem 2024

Herkese Merhaba

Yıllar önce bu başlıkla başlamıştım Blogger'a. 
Uzun bir aradan sonra da devam etmenin zamanı gelmişti bile...
Hazır olup olmadığımdan emin olmadığım bir hâlde üstelik.
Körelmiş duyguların korkusuyla, pusuya çekilmenin verdiği rahatlık; farklı bir gelgit yaşatırken hem de...
Edebiyatın verdiği huzuru özlemişken...
Bu kadar yakın 
Bir o kadar da uzakken yani.
''Nasıl başladı her şey?'' diye düşünürken...
''Nasıl bitti sonu ama!''yı hissederken..
Hah işte tam da kavuşmanın sırası gelmişken...
Hoş buldum yeniden!

Ben Yağmur.



Genco Erkal

Ne mutlu bana onu senelerdir tanıyorum.  Hiç tanışmadık.  O beni hiç tanımıyor mesela... Ama ben onu yaşarken anladım.  Tanıdım. Ne mutlu ba...