İskeleden ayak sesleri geliyordu tam arkamı dönecekken bir el arkamdan uzanıp sırtımı sıvazladı.
"Ne oldu evlat? Çabuk pes ettin bakıyorum." dedem halden anlayan bir insandı hep öyle olmuştu şimdi de yorgunluğumu yorgunluğu biliyor beni belki de bir tek o iyi anlıyordu.
"Çok yoruldum. Yalnızca biraz dinleniyordum. Sen nasılsın?" dedim. Uzun bir iç çekti bu soruda bir şey vardı sanki... Yılların birikmişliği gibi bir şey... Ya kimse hiç sormamıştı ona ya da herkes sormuş bıkmıştı diline iyiyimler yamalamaktan.
"Her gün bu restoranda birlikteyiz ya evladım. Unuttun mu?" dedi.
Cevabım uzun sürmedi "Bu öyle bir nasılsın değil." deyiverdim.
Niçin güldüğünü bilmediğim halde pek bir keyifle güldü. Sormadım o da söylemedi.
Yaklaşık beş dakika boyunca hiç konuşmadı. Aradan zaman geçmeyedursun ki "Hemen pes etmek yok. Ben olmadığım zaman burası senindir sen işleteceksin. Sen burada yaşanan anıları hep hatırlatacaksın insanlara. Kırk beş yıldır buradayım. Bir kere bile bağlarımız kopmadı burayla. Senin de kopmasın evlat. Eğer dediğimi yapıp bağlarına, anılarına sahip çıkarsan burası değer görür daha da güzelleşir ve içlerinden biri sorarsa "Burası neresidir? Kim kurmuş?" diye. Restorana bir gün illa koyacağınız fotoğrafımın olduğu çerçeveyi gösterip Ali Kaptan dersin evlat." dedi tek kaşını kaldırarak. Bu aslında bir ricadan, emirden çok soruydu. Böyle hüzünlü konuşması beni çok üzmüştü ve söyledikleri dokunmuştu ama yapardım. Yapacaktım.
Koştum restorana bir kağıt bir kalem ve bir mandalina gazozu aldım.
"Bir şartla yaparım!" dedim.
"Nedir?"
"Sende kendini unutturmayacaksın."
Gazozu açtı. Gün batana kadar yazdı.
"Aradan sekiz yıl geçti. Bu da onun hikayesi ve çerçevedeki fotoğraf Ali Kaptan." diyerek müşterilere çerçeveleri verdim.
Ben bu sekiz yılda hiç yorulmadım.
Ali Kaptan'da kendini hiç unutturmadı.