28 Ara 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 71

 


Herkese merhabaa. Uzun zamandır yoktum. Sevgili Hanife Ertaş'ın seçtiği güzelim kelimelerle olan kelime oyunu etkinliğini kaçırdım. Aynı zamanda sevgili Andromeda'nın konusunu belirlediği güzelim Ağaç Ev Sohbetlerini bile kaçırdım çünkü yoğun bir süreçten geçtim malum öğrenci olduğum için sandığım kadar vakit ayıramıyorum bu güzel ortama. Fakat bende ayak uydurmaya çalışıyorum diyelim. Bu hafta konusunu Sevgili Kaplan Diary'nin belirlediği Ağaç Ev Sohbetleri'nin 71.'sindeyiz. Bu güzel konuyu bir ele alalım bakalım. 

Görece bir kavram olan mutluluğun TDK sözlüğündeki karşılığı, "bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan saadet" olarak açıklanmakta. Peki sizin için mutluluk nedir? Mutluluk sürekli olarak elinizde tutabileceğiniz bir şey mi?

 
TDK'de bulunan anlamdan yola çıkarak kendi düşüncelerimle somut bir hale getirmeye çalışacağım. Benim için mutluluk kendimi içinde kaybettiğim andır. Hangi anın içinde kayboluyorsam bir daha bitmesini istemem. Mutlulukta bitmesini istemediğimiz ama sonunun geleceğini,yerini başka şeylerin alacağını bildiğimiz bir kitap gibi değil midir? Veyahut bir dizi? Bitmesini istemiyorsun,biteceğini biliyorsun,bittiğinde bir daha aynı tadı alamıyorsun ama çeşitli hallerini yaşıyorsun aslında tam olarak da budur mutluluk. Mutluluk göreceli bir kavramdır kimisine göre mutluluk yağmur sabahında içilen bir kahve,kimisine göre ise yerde veya göktedir. Peki yaptığımız aynı şeylerden ikinci kez aynı derecede mutlu olabilir miyiz? Bu soruya da kendim açıklık getirmek isterim bahsettiğim için. Yaptığımız aynı şeylerden ikinci kez aynı derecede mutlu olamayız bence mesela yağmur sabahında içilen bir kahve ikinci kez aynı derecede mutlu edemez kişiyi ben buna inanmıyorum. 

Mutluluk insanların kıymetini bildiği sürece sürekli olarak elinde tutabileceği bir şeydir. Hayat standartları insanların elinde siz sizi neyin mutlu edebileceğini bilebilirsiniz bu yüzden mutluluk size bir adım kadar yaķındır.Yeter ki neyin sizi mutlu edeceğini bilin ve mutluluğun sizi ele geçirmesine,tüm ruhunuzda ve bedeninizde  hakim olmasına izin verin.

Mutluluk sizinle olsun. Her daim. 
Çok güzel bir konu seçilmiş Sevgili Kaplan Diary'e teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalın :) 
Benden sizlere...
Be happy ☺




14 Ara 2020

Nazım Hikmet

 Şiir-Şair köşeme benim için çok değerli olan bir başka hatta bambaşka bir şairden devam ediyorum.

Nazım Hikmet 1961 yılı 11 Eylül de Doğu Berlin'de yazdığı otobiyografisinde şöyle der:
"Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak."


....

Nazım Hikmet Ran,Türk şair ve yazar."Romantik devrimci" ve "Romantik Komünist" olarak tanınır.Asıl adı Nazım Hikmet Ran'dır. Fakat kendisi Osman Cemal,İmzasız Adam,Ahmet Cevat,Adsız Yazıcı,Süleyman Sabur Ran,İhsan Koza... takma adlarını da kullandı. Aynı zamanda kendisine "Memleket ve sürgün şairi" de denilmektedir.

15 Ocak 1902 yılında Selanikte dünyaya geldi.Ressam Celile Hanım ile hariciye memurlarından Hikmet Nazım Bey'in oğludur. Bir yıl kadar Fransızca öğretim yapan bir okulda okudu; İlk öğrenimini ise Numune Mebktebi'nde tamamladı. Eğitim öğretimi devam etti. Bir Mevlevi ve şair olan büyük babası Nâzım Paşa'nın etkisiyle şiirler yazmaya başladı.On dört yaşında başlamıştır şiir yazmaya ilk şiiri "Feryad-ı Vatan"ı 3 Temmuz 1913'te yazmıştır. İlk yayımlanan şiiri ise "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar Mı?" olmuştur bu şiiri 3 Ekim 1918'de  Yeni Mecmua da yayımlanmıştır. Nazım Hikmet'in yazdığı şiirler ellinden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır. Siyasi düşünceleri yüzünden hapis cezasına çarptırılmış ve defalarca tutuklanmıştır. İzlemiş olduğu edebi akım ise Toplumcu Gerçekçilik-Fütürizm olmuştur. İstanbul'da toplanan TKP kongresi Nazım Hikmet'i Komitern kararlarını eleştirme özgürlüğü isteyen grup içinde yer aldığı gerekçesi ile partiden ihraç etmiştir. 25 Temmuz 1951'de ise Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. 1954'te anne tarafının Polonya kökenli olması dolayısı ile atalarının soyadıyla Polonya vatandaşlığı ve pasaportu verilmiştir. 1961'de 1920'lerde yaşadıklarından esinlenilen "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" adlı romanını yazdı. 3 Haziran 1963'te geçirdiği bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Moskova'da Novodeviçiy Mezarlığına gömüldü. 


Öznel olarak tanımlamak isterim: Özgürce düşüncelerini dile getirdiği için hayatının çoğu kısmı her ne kadar hapiste,sürgün de geçse bile vatandaşlığı elinden alınsa bile yazmaktan hiç vazgeçmeyen memleket ve sürgün şairi Nazım Hikmet'in çok değerli yazıları,filmleri,şiirleri ve aynı zamanda sözleri olmuştur. Kendisi benim için çok cesur,yenilikçi,fikirlerini açık bir şekilde dile getiren şair olmuştur. Benim için çok değerlidir. Saygı,sevgi ve minnetle.

Kendisinin seslendirdiği en sevdiğim şiiri ile veda etmek isterim. 

Henüz Vakit Varken Gülüm






9 Ara 2020

Kırmızı Kar Yağınca / Öykü Kelime Oyunu 2

İRLANDA,KİTAP,TUTKU,VİSKİ,KIRMIZI 

Kelime oyunu etkinliğimizin ikinci haftasındayız. Bu hafta kelimeleri sevgili Kırmızı Ruh seçti kendisine teşekkür ediyorum. Benim için yine çok zevkliydi.

Bir gün anneannem mutfakta havuçlu kek yapıyorken kız kardeşimle mutfağa girdik. "Biz çok sıkılıyoruz." diyerek şımarıklığımızı sürdürmeye devam ettik "Bizimle ilgilenir misin? Oyun oynayalım mı mesela tonton anneannem benim." öyle içten öptüm ki ne kadar kafasını sallasa da ne kadar eliyle gidin başımdan dercesine bizi savuştursa da kıyamadı en nihayetinde "Kıyamıyorum da. Peki o halde geçin oturun bakayım, şu gereksiz yüksek sandalyelere." yüksek olması ile sandalyenin ne suçu vardı bilmiyorum doğrusu ama değinmeden geçemedi. Şimdilerde hasret kaldığım ses tonu ile başladı anlatmaya. 


"Ne zaman olduğunu hatırlayamıyorum. Yaşam döngümüzün içinde pek de önemsemediğimiz bir zaman diliminde İrlandalı bir genç sürgün edildiği ülkesine kavuşmak için yanıp tutuşuyormuş." Hemen atlayıverdim "Neden sürgün edilmiş ki? Ne yapmış? Vatan haini miydi yoksa?" anneannem sürmeli gözlerini devirerek ciddi bir ses tonu ile "Dinleyecek misin evlat?" dedi. Hızlıca kafamı salladım yoksa vazgeçebilirdi ve ben bu ihtimali soğuk, sıkıcı İrlanda gününde göze alamazdım. Sözlerine büyük bir sükunet ile devam etti "Neden mi sürgün edilmiş? Neden olacak bizim olan viskiyi İsveç'e sattığı için." kardeşimle ben karnımızı tuta tuta gülmeye başladık  "Yok artık anneanne fırının sıcağı çarptı herhalde. Hahahah" anneannem arkasını döndü "Densiz! Fırının sıcağı ne çarpacakmış beni? O vakit çıkın mutfağımdan." dedi. Kardeşimle ikimiz birbirimize baktık ve sonra aynı anda "Asla!" dedik anneannem hem halimize gülüyor hem de keki fırına koyuyordu sonra hemen arkasını döndü  parmaklarını piyano çalar gibi oynattı ve "Aha! Sonra ne mi oldu dersiniz gerçekler ortaya çıkarıldı." ben duramadım "Anneanne en başından, detaylı daha güzel olur sanki." dedim. Anneannem haklı olduğumu düşünerek heyecanla anlatmaya başladı "Genç, çalıştığı viski fabrikasında işini tutku ile yapanlardanmış her gün işine gider, elinden geleni yapar düzenli maaşı ile karşılığını alırmış ama bir hırsı varmış ki sormayın. Gözü hep patronun üstündeymiş patron fabrikadan ayrılınca onun koltuğuna oturur hayaller kurarmış. Bir gün onunda bu koltukta olacağına inanırmış oysaki ne demiş Voltaire ''Hırs,bir sandalın yelkenini şişiren rüzgara benzer; fazlası gemiyi batırır, azı da gemiyi olduğu yerde tutar.'' kaşlarımı kaldırdım başımı hafifçe sallayarak ''Yaa ne güzel demiş. Peki o İrlandalı genç hangisini seçmiş?'' anneannem sorumu beğendiğini belirten bir tavırla parmağını şıklattı bir yandan da fırına koyduğu havuçlu kekin derecesine meşhur tarif kitabından bakıyordu ''O genç olduğu yerde durmayı seçmiş fakat şimdilik.'' yanda duran bardağa dudak payı su koydu sonra onu içti ve bir denli iç çekerek yeniden devam etti ''Bir gün genç işe gitmeye hazırlanırken annesi fenalık geçirmiş kadının yaşı epeyce de varmış. Gencin ise annesini emanet edebileceği kimsesi yokmuş bu nedenle bir günlüğüne işe gitmemiş yalnızca bir günlüğüne. O fabrikaya girdiğinden beri işini, gücünü aksatmayan biriymiş çok emeği varmış fakat işe bakın ki o gün fabrikaya müfettişin gelesi tutmuş. Gencin yapması gereken bir sorumluluğu daha varmış ki evrakları sabahın erken vaktinde patrona teslim etmek. Peki etti mi dersiniz? Elbette hayır. O gün annesini kaybetmiş bir şekilde eve dönmüş üzüntüden işiyle ilgili her şeyi unutmuş annesinin cenaze işlemleri ile ilgilenmiş filan derken aklına işi gelmiş. Kimseye haber de verememişti. Ama dert etmemiş çünkü anlayışla karşılanacağını düşünüyormuş.'' anneannem kendi yorumunu kattı ''Saf oğlan!'' gülüştük. "Ertesi gün işe gitti ama kovulmuştu. Sonra gözünü bir hırs kaplayıverdi bir gün fabrikaya gizlice girmiş ve bütün evrakları çalıp İsveç ajanı bir arkadaşına satmış. Sonra da bu diyarlardan sürgün edilmiş. Son." o kadar saçma geliyordu ki kulağa inanmamakla yetinecekken kardeşim soru sordu ''Adı neymiş peki bu adamın?'' anneannem tavanda yazıyormuş gibi tavana baktı baktı ''Hatırladım! John Tales.'' sonra dayanamayıp ben sordum ''Peki ne zaman geri döndü?'' anneannem pişen havuçlu keki tabağa koyup önümüze verdi ve dedi ki ''Kırmızı kar yağınca...''

O zaman bu dediğini anlamamıştım ama şimdi daha iyi anlıyorum.
John Tales bir daha hiç geri dönmedi.

3. Hafta Kelime Oyunu Etkinliği Kelimeleri 

*Zambak *Hayal *Diyar *Özgürlük *Dilek 

Benim seçtiğim kelimeler ise bunlar. Haftaya görüşmek dileğimle :) Kolay gelsin. 

8 Ara 2020

Ağaç Ev Sohbetleri 68

 Herkese merhaba. 


Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusu "Bloggerla nasıl tanıştınız?" Bu haftaki konu Sevgili Andromeda'ya ait. Eski yeni fark etmez herkes yazsın denmiş bende böylelikle ilk ağaç evi sohbetimi gerçekleştirmiş olurum. Bu güzel konu için teşekkürler. 

İki yıldır şiir ve söz yazıyorum hikaye yazmada iyi değilimdir diye düşünüyordum ki öyle olmadığını bloğum sayesinde fark ettim (şiire göre hala hikaye yazmada iyi değilim ama). Daha öncesinde öğrenci olduğumdan bahsetmiştim. Yaklaşık bir ay önce bir edebiyat dersinde ünitenin içerisinde "blog" ve "blogger" kelimeleri geçti o sırada şiir ünitesi ile ilgileniyor bir yandan da öğretmenimi dinliyordum kendisi anlattığı konuya bloğu ve bloggerları örnek verince merak ettim. Daha öncesinden biliyordum ama bu kadar dikkatimi çekmemişti ben bu düşüncelerdeyken ders bitti ve bir on dakika mola verdim. Elime telefonumu aldım araştırmaya,bakmaya başladım. Karşıma bu site çıktı merakım hala devam ediyordu "Bir arkadaşa bakıp çıkacağım" edasıyla girdim ve bu siteyi oluşturdum. Sitemin URL'si için çok uğraştım ne yazsam diye en sonunda nasıl yapılır filan buldum. Girdim. Sonrası...Burada mutluyum bir sürü komşum olduu :)) Burası gerçekten harika. İnsan içini dökebiliyor,kendini keşfedebiliyor,yeni yeni komşuları oluyor burası çok sıcak bir ortam. Umarım bu hiç bozulmaz. Benim hikayem bu şekilde dersine girdiğim edebiyat öğretmenimin bahsetmesi,benim üzerine araştırmam ve kendime ait bir blog oluşturarak kurgu hikayeler yazmaya başlamam bu şekilde oldu. Aslında ben kendi hikayemi yazıyorum. Bir ay içerisinde bu sitenin bana kazandırdıklarını anlatamam ama hikayelerimle yazarak gösterebilirim. 


Benimki bu şekilde. Eski,yeni fark etmez isteyen herkes yazsın :) İlk ağaç ev sohbeti bence harikaydı bir sonraki başka bir konuda görüşmek üzere. Konu oldukça güzeldi Sevgili Andromeda'ya teşekkürlerimi iletiyorum. 

3 Ara 2020

Turgut Reis- Öykü/ Kelime Oyunu

 DENIZ,KAYIKÇI,DEDE,SİMİTÇİ,ARABA 


Güneş yeni yeni batmaya başlamış,ben küçük bir taburenin üstünde oturuyor uzaklara dalmış aklımdan geçenleri düşünüyordum birden bir el uzandı arkamı döndüm "Baba. Hoş geldin." babam başını hafifçe salladı "Hoş buldum hoş bulmasına da... Nerelere dalmış benim güzel kızım?" yaptığım,hissettiğim şeyleri ister istemez dışa vuran,belli eden bir insanımdır o anda da bunu yaşıyorduk. "Hiiç... Öyle teknelere bakıp güneşe doğru nasıl kaybolduklarını seyrediyorum." teknelere uzun uzun baktı sonra yoldan geçen simitçiye bakıp arabasına doğru yürüdü "Ustam! İki simit,iki çay verebilir misin?" babam bir şey anlatacağı zaman yiyecek,içecek ister bir denli iç çekerdi. "Teşekkürler eline sağlık... al bakalım" simit ve çaylar gelmişti, Simitçiye teşekkür edip parasını verdikten sonra bana döndü "Sana bir kayıkçı hikayesi anlatayım mı?" başımı hızlıca salladım "Öyleyse dinle şimdi. Bir zamanlar bir balıkçı varmış. Hangi limana  kayığını yanaştırsa o liman berekete uğrar balıklar akın edermiş bir rivayet de odur ki yalnızca bu uğuru denizdeymiş. Normalde sakar,uğursuz bir adammış. Bu adam bir gün denize açılırken teknesinde yeşil bir şişe bulmuş. Açmış bakmış bir not evirmiş,çevirmiş sonra açmış okumaya başlamış." babam o sırada sesini kalınlaştırdı "Bu bir hazine ve sen buldun şimdi çöz bilmeceyi senin olsun." devam etti "Adam evirmiş, çevirmiş sonra ne yaptı dersin? Denize fırlatmış. Günler geçmiş bir tane daha bulmuş açmış,bakmış aynı not yine atmış sonra bir tane daha gelmiş en sonunda dayanamamış kırmış dümeni gitmiş hazine olduğu söylenen bilinmeyen diyara." sustu. Uzaklara daldı. 
Dayanamayıp sordum "Eee sonra ne olmuş?" "Sonrası meçhul kimse bilmiyor biri der ki alabora oldu kayığı,biri der ki gidemedi bile başına bir iş geldi." sonunun bilenemezlik ile bitmesi üzmüştü ama yinede sevdim "Peki adı neymiş kaptanın? Ne zaman olmuş bu olaylar?" gözleri dolu dolu baktı,eli ceketinin cebine gitti bir fotoğraf çıkardı "İsmi Turgut Reis." o an benim de gözlerim doldu ağzımdan şu sözler çıktı "Ama... Dedem." babam uzaklara daldı "Evet,kızım. Deden." dedem hakkında pek bir şey bilmesem de yine de o olduğunu anlamıştım.Fotoğrafın arkasını çevirdiğimde ise "Sene 1970. İzmir, Foça. Turgut Reis" yazısını gördüm ve babama sarıldım. Akşam güneşini birlikte seyredaldık. Denizin güzelliği,İzmir Foça'da...


Sevgili Kırmızı Ruh'un  başlattığı bu etkinlik için teşekkür ederim. Gerçekten zevkliydi. Yazma şansını verdiği için Sevgili Deep'e de teşekkür ediyorum :) 

Sezen'li Bir Yazı

Bunca zaman kendimi öyle bir fanusa yerleştirmişim ki; o kadar ince o kadar kırılgan bir camda büyütmüşüm ki o cam en ufak bir darbede çatla...